Scroll Top
İnsan, Bitki ve Şifa Arasındaki Değişen İlişki

Belki de en anlamlı fitoterapi anlayışı, bitkilere bakma biçimimizi değiştirmemize ön ayak olandır.

İnsanlık, tarih boyunca bitkilerle çok özel bir ilişki kurdu. Onlar yalnızca doğanın sessiz varlıkları değil; aynı zamanda şifanın, kutsallığın ve bilgeliğin temsilcileriydi. İlkel ve geleneksel toplumlar için bitkiler sadece maddi değil, ruhsal varlıklardı. Bitkilerle kurulan ilişki, sezgiye ve deneyime dayanırdı. Şifacıların bitkiyi toplarken dua etmesi, ondan izin istemesi, bu ilişkinin bir yönüydü. Tedavi, yalnızca bedenin onarılması değil; topluluğun birlikte iyileşmesi anlamına gelirdi. Bir kadının hazırladığı ot çayı sadece mide ağrısına değil, birlikte geçirilen zamana ve güvene de iyi gelirdi. Doğayla kurulan ilişki, deneyimsel bilgiyi doğururdu. Hangi bitkinin ne işe yaradığını öğrenmek, nesilden nesle aktarılan bir bilgelikti. Bu bilgi, doğanın ritmini gözlemleyerek öğrenilirdi. Burada bitkiyle ilişki, hiyerarşik değil; karşılıklıydı.
Ancak bitkilerin tıpta sistematik olarak kullanılmaya başlanması, bu ilişkinin doğasını dönüştürdü. Artık bitki, çok yönlü etkiler taşıyan canlı bir varlık olmaktan çok, içerdiği etken maddenin taşıyıcısı olan bir nesneye indirgendi.
18. ve 19. yüzyıllarla birlikte botanik, kimya ve farmakoloji alanlarındaki gelişmeler, bitkileri laboratuvarlara taşıdı. Artık şifalı ot değil; içeriğindeki alkaloid, flavonoid, tanen gibi maddeler konuşulmaya başlandı. Bu değişim sayesinde morfinden aspirine, dijitalisten kinine kadar pek çok güçlü ilaç üretildi. Bu süreç aynı zamanda bitkilerin parçalanması, çözülmesi ve "kontrol edilebilir" hale getirilmesi anlamına da geliyordu. Şifanın binlerce yıldır konuşulan dili, yerini moleküler analizlere bıraktı. Böylece bitkilerle olan duygusal ve simgesel bağ, işlevsel ve endüstriyel bir ilişkiye dönüştü. Aktarlardan laboratuvarlara geçiş, yalnızca ticari bir değişim değil; düşünsel bir kırılmaydı.

Bu noktada insanın bitkiyle ilişkisi şuna dönüştü:
“Bana faydan var mı? Yan etkilerin neler?”

Böylece bitkilerle kurulan bağ da inceldi, zayıfladı ve sonunda çoğu zaman tamamen yok oldu.
Bitki Kültürü, Bilgi Sistemi Olmaktan Çıktı
Eskiden her coğrafyanın, her kültürün bitkiyle ilgili kendine özgü bir dili, mitolojisi ve hafızası vardı. Karaçalının nazardan koruduğuna inanılır, nane limon sadece mideye değil, hane içi uyuma da iyi gelirdi. Ihlamur, sadece grip için değil, annenin sevgisini simgelerdi. Bu tür anlamsal bağlar, halk hekimliğinin ruhunu oluşturuyordu.

Ama modern tıbbın “bilimsel” filtresi, bu geleneksel bilgiyi değersizleştirdi. Bitkiler, folklorun değil, endüstrinin nesnesi haline geldi. Ve zamanla halkın kendi doğasına duyduğu güven de kayboldu.
Yeni bir ilişkilenme biçimi mümkün mü?
Bugün fitoterapi, Çin tıbbı gibi alanlara duyulan ilginin artması, bu kopuşun yarattığı boşluğun fark edilmesiyle ilgili. İnsanlar, sadece “tedavi olmak” değil, anlamlı şekilde iyileşebilmek istiyor. Bitkilerle kurulan kadim ilişkiyi yeniden arıyorlar. Ancak bu arayış da bazen “organik pazarda satılan ürün”e dönüşüyor — yani ticarileşerek yeniden yabancılaşıyor.

Gerçek bir dönüşüm için sadece bitkiye değil, bitkiyle kurduğumuz ilişkiye de yeniden bakmamız gerekecek. Şifayı dışarıdan alınacak bir şey değil, doğayla birlikte, onunla ilişki içindeyken yaşanabilecek bir süreç olarak görmedikçe bitkilerin etkisi sınırlı ve geçici olacaktır.

Bitkiler hâlâ aynı köklerle topraktan su çekiyor, aynı sabırla büyüyor, aynı düzenle etki ediyor. Onları yaşayan dostlar, öğretmenler, aynalar olarak görmeye başladığımızda; işte o zaman bitkilerle olan ilişkimizi yeniden kurmamız mümkün olabilir. Belki de en anlamlı fitoterapi anlayışı, bitkilere bakma biçimimizi değiştirmemize önayak olandır.